150105034501
363309
https://www.anadolukitapevi.com/es-sebul-esrar-fi-medaricil-ehyar-arapca
Es Sebul Esrar Fi Medaricil Ehyar | Arapça
0.00
Es Sebul Esrar Fi Medaricil Ehyar | Arapça
MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN “ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” ADLI ESERİ Hazırlayan : MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN“ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” Birinci Sır Müridlere Faydalı olan bazı hususlar hakkındadır İkinci Sır Alem-i Emr ve Alem-i Halk'ın latifeleri hakkındadır Üçüncü Sır ismi zat (lafza-i celal), nefy ve isbat zikrinin beyanı hakkındadır Dördüncü Sır Nakşibendi tarikatına süluk ile husule gelen hususi makamların beyanı Beşinci Sır özellikle müceddidiyye makamlarının açıklanması hakkındadır Altıncı Sır : nakşibendi tarikatında ıstılah olan lafızların açıklaması hakkındadır.Yedinci Sır : müritlerin edeplerinin açıklanması hakkındadır.BİRİNCİ SIR: “MÜRİDLERE LAZIM OLAN BAZI FAYDALI HUSUSLAR” HAKKINDADIR.Talib (matluba ulaşmak isteyen kimse) biat kasdıyla geldiği zaman önce istihare ile emrolunur. Eğer (istihare yapmaksızın) kamil-mükemmil bir şeyh talibin biatını kabul ederse istihare yerine geçer. İkisi birlikte olursa nur üstüne nurdur. Allah (celle celalühü) dilediğini nuruna ulaştırır.Müceddid İmam (İmam-ı Rabbani) kuddise sırruhu şöyle diyor: “Akreb (en yakın), esbak (en önde olan), evfak (en uygun), ahkem (en sağlam), eslem (en salim), esdak (en doğru), en evla, en yüce, en parlak, en yüksek, en mükemmel ve en güzel tarikat, yüce Nakşibendi tarikatıdır. Bu tarikatın şanının yüceliğinin sebebi; tarikat büyüklerinin sünnet-i seniyyeye (sahibine salat u selam olsun) uymaya özen göstermeleri, bid'atlardan kaçınılması, tarikat şeyhlerinin hallerinin sahabe-i kiramın (Allah onlardan razı olsun) halleri gibi olması.İşte böylece diğer tarikatların şeyhlerinin ulaştıkları son nokta, nakşilerin bidayetinde münderictir. Onların huzurları devam mertebesine ulaşmıştır. Kemâl derecesine ulaştıktan sonra huzurları, diğerlerinin huzurundan yücedir.Bu tarikatın dışındaki tarikatların hilafeti Müceddid İmam (k.s.)a babası ve diğer şeyhlerden ulaşmıştır. Bu tarikatın hilafeti ise ona, Şeyh Muhammed Baki Nakşibendi'den vasıl olmuştur. Kutsî nefeslerinin bereketleri Hindistan'da şöhret bulmuştur. Asrının şeyhleri onun kemâlatını ve tasarrufatını ikrar ettiler ve onu tasdik ettiler. Hatta meşihatlarını terk ederek ona biat etmekle iftihar ettiler ve müridleri arasına katıldılar. Muhammed Baki'yi şeyhi hazreti Hacegi Emkineki -kuddise sırruhu- bu tarikatı Müceddid İmam Rabbani (kuddise sırruh)a ulaştırmak için Maveraünnehr'den Hindistan'a gönderdi.O da şeyhinin emrine uyarak Hindistan'a gitti. Müceddid İmam'ı kendisine hilafet-i hassayı (özel hilafeti) vermek suretiyle şereflendirdi. Hilafeti devrettikten sonra irşadını müridlere bıraktı. Daha doğrusu tüm müridlerine ondan istifade etmelerini emretti. Onu arkadaşları arasında metheder ve şöyle derdi: “Gökyüzünün altında Şeyh Ahmed'in benzeri bulunmaz. Eğer bulunursa söylenirse, onlar sayılı kimselerdir. Bana göre onun tüm keşifleri sahih ve peygamberlerin (aleyhimüs-salatu ve'sselam) mütaalasına uygundur. O güneştir, bizim gibiler ise onun ışığında ışığında görülemeyen yıldızlardır. Önceki şeyhler (mütekaddimun) doğumundan yıllar önce onun geleceğini haber verdiler. Haber verenler, gavs-ı azam Şeyh Abdulkadir Geylani, Şeyh Ahmed Cami, Şeyh Halilullah el-Bedahşi, Şeyh Nizam Narnuli ve diğerleri (Allah hepsinden razı olsun.) gibileridir.Şeyh muhaddis Şah Veliyyullah Dehlevi, “Mukaddime-i seniyye” adlı eserinde sünniliği anlatırken Müceddid İmam'ın menkıbelerini yazar ve şöyle der: “Onu ancak müttaki mü'min sever ve ona ancak şaki, münafık olan buğzeder.”Müceddid İmam'ın (k.s.) halifesi Şeyh Muhammed el-Keşmi'de “Berekât-ı Ahmediyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Şeyh Muhammed Baki (k.s.) arkadaşlarına ondan istifadeyi emrettiği zaman onlardan biri bundan hoşlanmadı da rüyasında peygamber efendimiz (s.a.v.)'i Müceddid İmam (k.s.)'u methederken ve şöyle derken gördü: “Şeyh Ahmed kimi kabul ederse o bizim katımızda makbuldür, o kimi reddederse, o bizim katımızda merduttur.”Kadiri tarikatındaki hilafetine gelince, bu ona Şeyh İskender Kitehli'den vasıl olmuştur.Şeyh İskender, Şeyh Abdulkadir Geylani'nin soyundandır. Bu zat şeyhlerin büyüklerindendi. Şeyh Abdulkadir Geylani hırkasını bıraktığında, evlatlarına onu, Müceddid İmam'a ulaştırmalarını vasiyyet etti. Yani kim onun zamanına yetişirse hırkayı ona giydirmesini vasiyyet etti. İşte Şeyh İskender onun zamanında yaşıyordu. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani rüyasında defalarca hırkayı ona ulaştırmasını emretti. Şeyh İskender Müceddid İmam'ın yanına geldi hırkayı eliyle giydirdi ve ona tarikatındaki hilafet-i hassayı (özel halifeliğ)'i verdi.Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatlarının hilafeti, babası Şeyh Abdulahad (k.s.) dan kendisine intikal etti. Kubreviyye tarikatının hilafeti ise Keşmir bölgesinde, kemâlat sahibi, şeyhlerin büyüklerinden Şeyh Yakub Asrî hazretlerinden intikal etmiştir.İlahi mevhibeler, sayısız ihsanlar ve lütuflarla Müceddid İmam (k.s)'ın dengi yoktur.Onun menkıbelerine, faziletlerine, keşif ve kerametlerine muttali olmak isteyen; halifesi Şeyh Haşim Keşmi'nin “Berekat-ı Ahmediyye”sine ve yine halifesi Şeyh Bedreddin es-Sehrendi'nin “Hazeratu'l-kuds'üne ve Şeyh Muhammed İhsan el-Müceddidi'nin “er-Ravzatu'l-Kayyumiyye” adlı eserine müracaat etsin.Müceddid İmam (k.s.) hicri 971'de doğdu. 28 Safer 1034 h.de vefat etti. Her ne kadar tüm tarikatların halifeliği kendisine verilse de; şeriata uygunluğu, nebevi sünnete ittibası ve bidatlardan kaçınması sebebiyle Müceddid İmam (k.s.) Nakşibendiye tarikatını seçti. Müridler başka bir tarikatda ona biat etmiş olsalar da bu tarikatın eşgalini biliyorlardı.Bu şerefli tarikatın faziletleri ve metni kitaplarda mevcuttur. Ben bu kadarla iktifa ediyorum.FAİDE: Şeyhin, müride evvela mücmel olarak tevbe yolunu öğretmesi gerekir. Çünkü şeyhler, zamanımızda taliblerin himmetlerinin azlığı sebebiyle, tevbenin tafsilatıyla öğretilmesini bıraktılar.Zira tevbenin tafsilatıyla öğretilmesi için uzun müddet gerekir. Bu müddette tarikata girme isteği konusunda bir gevşeme olabilir. Tevbenin tafsilatından kasıt; zor riyazetlerin olması, erbain[1] ve benzerlerinde nefse çok ağır gelen mücahedelerin var olmasıdır. Şeyhler riyazetlerin yerine, amel ve ibadetlerde orta yolu seçtiler. Hatta, talibleri, âli himmetlerini ve güçlü teveccühlerini sarfederek maksuda ulaştırdılar. Erbainden çok daha faydalı olan teveccühlerle müridlerini yönlendirdiler.Şeyhler sünnet-i seniyyeye ittibayı ve bidatlardan kaçınmayı emrediyorlardı. Taliblerin ruhsatla amel etmesini caiz görmüyor, azimetle amel etmelerini emrediyorlar. Şöyle diyorlardı: “Sünnete ittiba etmeksizin maksuda ulaşmak muhaldir.” Talibin şeriata muhalif olan keşfinin onların katında değeri yoktur. Talibe önce, sıfatlara teveccüh etmeksizin ism-i zat'ın zikrini öğretiyorlardı. Diğer tarikatların şeyhleri ise sıfatları düşünerek zikretmeyi öğretiyorlardı.FAİDE: Bazı arkadaşları Müceddid İmam (k.s.)'a, bir kısım erkek ve kadın taliblerin biat etmek istediklerini, fakat bunların haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmadıklarını, böyle kimselerin tarikata girmesinin caiz olup, olmadığını sordular. İmam şöyle cevap verdi. “Tarikata girmeleri caizdir. Sonra şeyh onlara haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmalarını emreder. Umulur ki Allahu Teala onların durumlarını düzeltmelerini nasib eder.”FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: Kadınlara tarikat vermek caizdir. Eğer mahrem iseler hicabsız vermek caizdir. Mahrem değilseler mutlaka hicabı (örtülü oldukları halde) vermek gerekir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: “Tesirin olmaması veya az olması, tamamen talibin istidadının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bazı talibler tam istidatlı olurlar fakat onlarda te'sir görülmez.Şeyh Muhammed Masum (k.s.)da şöyle diyor: “Asıl gaye nisbetin[2]husule gelmesidir. Nisbetin husule gelmesinin ilmi ayrı birşeydir. Eğer bu talibe verilirse ne güzel. Verilmezse de birşey olmaz. Yavaş yavaş husule gelen nisbetin kıymeti ve izzeti yücedir. Kim te'sirin hemen görülmesini isterse o hakiki bir talib olamaz ve sohbete layık değildir. Görmüyor musun, dünyayı isteyenler kazancın neticelerine bakmaksızın onu elde etmek için nasıl çalışıyorlar. Mevla'yı isteyenlerin, riyazetler, mücahedeler ve kendilerine lazım olan diğer şeylerle çalışmaları gereklidir. Şeyhlerden birçoğunun ömürlerini rizayetler, mücahedeler içerisinde geçirdikleri bilinmeyen birşey değildir.Yine Muhammed Masum (k.s.) şöyle dedi: “Şeyhin müridleri arasında mücmel olması, istikamet ve saygınlığıyla saygı görüyor olması gerekir. Müridlerin ta'zim ettiği, saydığı birisi olmasi için onların içerisine fazla karışmaması gerekir. Müridlerin şeyhlerle hulusu (şeyhlere hüsn-i niyet beslemesi), onun edebine sarılmaları terakkilerine sebep olur.FAİDE: Şeyh Muhammed Masum (k.s.) şöyle diyor: Bizim tarikatımızda kemâl derecesine ulaşmak, bağlanılan şeyhe, muhabbet rabıtasına bağlıdır. Gerçek talib, bu muhabbetle şeyhin batınından gelen fuyuzat[3] ve berekatına erişir ve onun boyasıyla boyanır. Büyük şeyhler şöyle diyor: “Fena fi'ş-şeyh Allah'da fani olmanın başlangıcıdır. Fena fi'ş-şeyh ve rabıta olmaksızın sadece zikir maksuda ulaştırıcı değildir. Her ne kadar zikir vuslat sebeblerinden olsa da, vusul; muhabbet rabıtası ve fena fi'ş-şeyhe bağlıdır.Evet, sohbet adabına riayet edip şeyhe teveccühle rabıta maksuda ulaştırır. Çünkü bizim bu yolumuz ashab-ı kiram (radıyallahu anhum)'un yolu gibidir. Çünkü o yolda ifade ve istifade şeyhten akseder. Bundan dolayı âdaba riayet ederek şeyhle sohbet yeterlidir. Diğer vazifeler, zikirler ve riyazetler ile Allah'tan imdad ve yardım hasıl olur. İman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sohbetinin kemâlatın husulü için yeterli olduğu gibi. Tabii iman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber… Bunun için maksuda ulaşmak diğer tarikatlerden daha kısa sürede olur. Bu tarikatte feyiz ve bereket yaşlıya, gence, küçüğe, büyüğe, diriye ve ölüye erişir.Bu tarikatın dışındakilerin işlerinin özü, vazifeleri, virdlere, riyazetlere ve erbainlere bağlıdır. Sadece tarikat şeyhine bağlı değildir.FAİDE: Eğer kâmil-mükemmil bir şeyh tarikatta bir nakıs[4]‘a icazet verirse, bu caizdir. Tarikatımızın imamı Hz. Şeyh Hoca Bahauddin Nakşibend (r.a.)'ın Hz. Mevlana Ya'kub Çerhi'ye kemâl derecesine ulaşmadan önce icazet verdiği gibi. Onun tarikattaki kemâli Hz. Şeyh Alaaddin Attar'ın (k.s.) hizmetinde vefatından sonra gerçekleşti. Nakıs olan kimse her ne kadar icazete müsait olmasa da şeyh onu kendi makamına oturttuğunda noksanlık zarar vermez.FAİDE: Erbainde esma-i ilahiyye ile meşgul olmak, Nakşibendiyye Müceddidiye tarikatında yapılan birşey değildir. Bilakis bu tarikatın şeyhleri isimlerin müsemmasında fenayı ve istihlaki seçtiler. Yani onların asıl maksatları fena fillah ve bu tarikatın şeyhlerine nisbetin hasıl olmasıdır. Bu her ne kadar az olsa da (bu durum nadir olsa da) bu tarikatın dışındaki şeyhlere nisbetle çoktur. Çünkü diğer tarikatların nihayeti bunların bidayetinde mündemiçtir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle dedi: Mürid şeyhinin başkalarından faziletli olduğuna inansa bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü bu inanç muhabbetin kemâlinin meyvesi, ifade ve istifadeye sebep olan manevi münasebetin neticesidir. Fakat müridin, şeyhini faziletleri Şari tarafından belirlenmiş kimselerden üstün görmemesi gerekir. Çünkü bu, Şari'ye muhalefet ve sevgide ifrat demektir. Bu ifrat ise mezmumdur. Şiilerin muhabbetteki ifradlarından dolayı bidatcı oldukları gibi. Yine aynı sebepten Hristiyanlar hüsrana düştüler ve ebedî azabı hakettiler. Evet, müridin şeyhini diğerlerinden üstün görmesi caizdir, hatta tarikatta vaciptir. Bu inanç sadık müridde kasdı ve ihtiyarı olmaksızın meydana gelir ve bu inançla mürid şeyhinin kemâlatını alır. Eğer kendi kasdı ve azmiyle böyle inanırsa bu caiz değildir. Bu bir fayda vermez ve bununla bir netice de elde edemez.[1] Erbain: Çile çekmek, nefsi ezmek, bencilliği kırmak için müritlerin kırk gün halvete çekilmeleri, bu süre içinde zaruret bulunmadıkça bir şey yememeleri, konuşmamaları, uyumamaları, daima zikir ve tefekkürle meşgul olmalarıdır.[2] Nisbet: Salikin bağlı olduğu hal ki, o bu hal ile tanınır. Ayrıca şeyh ile müridi arasındaki manevî bağa da nisbet denir.[3] Fuyuzat-feyz: Salikin çalışması ve çabası sözkonusu olmaksızın Allah tarafından onun kalbine herhangi bir hususun verilmesi.[4] Nakıs: Seyrü sülukunu henüz tamamlamamış olan.ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR
MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN “ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” ADLI ESERİ Hazırlayan : MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN“ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” Birinci Sır Müridlere Faydalı olan bazı hususlar hakkındadır İkinci Sır Alem-i Emr ve Alem-i Halk'ın latifeleri hakkındadır Üçüncü Sır ismi zat (lafza-i celal), nefy ve isbat zikrinin beyanı hakkındadır Dördüncü Sır Nakşibendi tarikatına süluk ile husule gelen hususi makamların beyanı Beşinci Sır özellikle müceddidiyye makamlarının açıklanması hakkındadır Altıncı Sır : nakşibendi tarikatında ıstılah olan lafızların açıklaması hakkındadır.Yedinci Sır : müritlerin edeplerinin açıklanması hakkındadır.BİRİNCİ SIR: “MÜRİDLERE LAZIM OLAN BAZI FAYDALI HUSUSLAR” HAKKINDADIR.Talib (matluba ulaşmak isteyen kimse) biat kasdıyla geldiği zaman önce istihare ile emrolunur. Eğer (istihare yapmaksızın) kamil-mükemmil bir şeyh talibin biatını kabul ederse istihare yerine geçer. İkisi birlikte olursa nur üstüne nurdur. Allah (celle celalühü) dilediğini nuruna ulaştırır.Müceddid İmam (İmam-ı Rabbani) kuddise sırruhu şöyle diyor: “Akreb (en yakın), esbak (en önde olan), evfak (en uygun), ahkem (en sağlam), eslem (en salim), esdak (en doğru), en evla, en yüce, en parlak, en yüksek, en mükemmel ve en güzel tarikat, yüce Nakşibendi tarikatıdır. Bu tarikatın şanının yüceliğinin sebebi; tarikat büyüklerinin sünnet-i seniyyeye (sahibine salat u selam olsun) uymaya özen göstermeleri, bid'atlardan kaçınılması, tarikat şeyhlerinin hallerinin sahabe-i kiramın (Allah onlardan razı olsun) halleri gibi olması.İşte böylece diğer tarikatların şeyhlerinin ulaştıkları son nokta, nakşilerin bidayetinde münderictir. Onların huzurları devam mertebesine ulaşmıştır. Kemâl derecesine ulaştıktan sonra huzurları, diğerlerinin huzurundan yücedir.Bu tarikatın dışındaki tarikatların hilafeti Müceddid İmam (k.s.)a babası ve diğer şeyhlerden ulaşmıştır. Bu tarikatın hilafeti ise ona, Şeyh Muhammed Baki Nakşibendi'den vasıl olmuştur. Kutsî nefeslerinin bereketleri Hindistan'da şöhret bulmuştur. Asrının şeyhleri onun kemâlatını ve tasarrufatını ikrar ettiler ve onu tasdik ettiler. Hatta meşihatlarını terk ederek ona biat etmekle iftihar ettiler ve müridleri arasına katıldılar. Muhammed Baki'yi şeyhi hazreti Hacegi Emkineki -kuddise sırruhu- bu tarikatı Müceddid İmam Rabbani (kuddise sırruh)a ulaştırmak için Maveraünnehr'den Hindistan'a gönderdi.O da şeyhinin emrine uyarak Hindistan'a gitti. Müceddid İmam'ı kendisine hilafet-i hassayı (özel hilafeti) vermek suretiyle şereflendirdi. Hilafeti devrettikten sonra irşadını müridlere bıraktı. Daha doğrusu tüm müridlerine ondan istifade etmelerini emretti. Onu arkadaşları arasında metheder ve şöyle derdi: “Gökyüzünün altında Şeyh Ahmed'in benzeri bulunmaz. Eğer bulunursa söylenirse, onlar sayılı kimselerdir. Bana göre onun tüm keşifleri sahih ve peygamberlerin (aleyhimüs-salatu ve'sselam) mütaalasına uygundur. O güneştir, bizim gibiler ise onun ışığında ışığında görülemeyen yıldızlardır. Önceki şeyhler (mütekaddimun) doğumundan yıllar önce onun geleceğini haber verdiler. Haber verenler, gavs-ı azam Şeyh Abdulkadir Geylani, Şeyh Ahmed Cami, Şeyh Halilullah el-Bedahşi, Şeyh Nizam Narnuli ve diğerleri (Allah hepsinden razı olsun.) gibileridir.Şeyh muhaddis Şah Veliyyullah Dehlevi, “Mukaddime-i seniyye” adlı eserinde sünniliği anlatırken Müceddid İmam'ın menkıbelerini yazar ve şöyle der: “Onu ancak müttaki mü'min sever ve ona ancak şaki, münafık olan buğzeder.”Müceddid İmam'ın (k.s.) halifesi Şeyh Muhammed el-Keşmi'de “Berekât-ı Ahmediyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Şeyh Muhammed Baki (k.s.) arkadaşlarına ondan istifadeyi emrettiği zaman onlardan biri bundan hoşlanmadı da rüyasında peygamber efendimiz (s.a.v.)'i Müceddid İmam (k.s.)'u methederken ve şöyle derken gördü: “Şeyh Ahmed kimi kabul ederse o bizim katımızda makbuldür, o kimi reddederse, o bizim katımızda merduttur.”Kadiri tarikatındaki hilafetine gelince, bu ona Şeyh İskender Kitehli'den vasıl olmuştur.Şeyh İskender, Şeyh Abdulkadir Geylani'nin soyundandır. Bu zat şeyhlerin büyüklerindendi. Şeyh Abdulkadir Geylani hırkasını bıraktığında, evlatlarına onu, Müceddid İmam'a ulaştırmalarını vasiyyet etti. Yani kim onun zamanına yetişirse hırkayı ona giydirmesini vasiyyet etti. İşte Şeyh İskender onun zamanında yaşıyordu. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani rüyasında defalarca hırkayı ona ulaştırmasını emretti. Şeyh İskender Müceddid İmam'ın yanına geldi hırkayı eliyle giydirdi ve ona tarikatındaki hilafet-i hassayı (özel halifeliğ)'i verdi.Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatlarının hilafeti, babası Şeyh Abdulahad (k.s.) dan kendisine intikal etti. Kubreviyye tarikatının hilafeti ise Keşmir bölgesinde, kemâlat sahibi, şeyhlerin büyüklerinden Şeyh Yakub Asrî hazretlerinden intikal etmiştir.İlahi mevhibeler, sayısız ihsanlar ve lütuflarla Müceddid İmam (k.s)'ın dengi yoktur.Onun menkıbelerine, faziletlerine, keşif ve kerametlerine muttali olmak isteyen; halifesi Şeyh Haşim Keşmi'nin “Berekat-ı Ahmediyye”sine ve yine halifesi Şeyh Bedreddin es-Sehrendi'nin “Hazeratu'l-kuds'üne ve Şeyh Muhammed İhsan el-Müceddidi'nin “er-Ravzatu'l-Kayyumiyye” adlı eserine müracaat etsin.Müceddid İmam (k.s.) hicri 971'de doğdu. 28 Safer 1034 h.de vefat etti. Her ne kadar tüm tarikatların halifeliği kendisine verilse de; şeriata uygunluğu, nebevi sünnete ittibası ve bidatlardan kaçınması sebebiyle Müceddid İmam (k.s.) Nakşibendiye tarikatını seçti. Müridler başka bir tarikatda ona biat etmiş olsalar da bu tarikatın eşgalini biliyorlardı.Bu şerefli tarikatın faziletleri ve metni kitaplarda mevcuttur. Ben bu kadarla iktifa ediyorum.FAİDE: Şeyhin, müride evvela mücmel olarak tevbe yolunu öğretmesi gerekir. Çünkü şeyhler, zamanımızda taliblerin himmetlerinin azlığı sebebiyle, tevbenin tafsilatıyla öğretilmesini bıraktılar.Zira tevbenin tafsilatıyla öğretilmesi için uzun müddet gerekir. Bu müddette tarikata girme isteği konusunda bir gevşeme olabilir. Tevbenin tafsilatından kasıt; zor riyazetlerin olması, erbain[1] ve benzerlerinde nefse çok ağır gelen mücahedelerin var olmasıdır. Şeyhler riyazetlerin yerine, amel ve ibadetlerde orta yolu seçtiler. Hatta, talibleri, âli himmetlerini ve güçlü teveccühlerini sarfederek maksuda ulaştırdılar. Erbainden çok daha faydalı olan teveccühlerle müridlerini yönlendirdiler.Şeyhler sünnet-i seniyyeye ittibayı ve bidatlardan kaçınmayı emrediyorlardı. Taliblerin ruhsatla amel etmesini caiz görmüyor, azimetle amel etmelerini emrediyorlar. Şöyle diyorlardı: “Sünnete ittiba etmeksizin maksuda ulaşmak muhaldir.” Talibin şeriata muhalif olan keşfinin onların katında değeri yoktur. Talibe önce, sıfatlara teveccüh etmeksizin ism-i zat'ın zikrini öğretiyorlardı. Diğer tarikatların şeyhleri ise sıfatları düşünerek zikretmeyi öğretiyorlardı.FAİDE: Bazı arkadaşları Müceddid İmam (k.s.)'a, bir kısım erkek ve kadın taliblerin biat etmek istediklerini, fakat bunların haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmadıklarını, böyle kimselerin tarikata girmesinin caiz olup, olmadığını sordular. İmam şöyle cevap verdi. “Tarikata girmeleri caizdir. Sonra şeyh onlara haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmalarını emreder. Umulur ki Allahu Teala onların durumlarını düzeltmelerini nasib eder.”FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: Kadınlara tarikat vermek caizdir. Eğer mahrem iseler hicabsız vermek caizdir. Mahrem değilseler mutlaka hicabı (örtülü oldukları halde) vermek gerekir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: “Tesirin olmaması veya az olması, tamamen talibin istidadının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bazı talibler tam istidatlı olurlar fakat onlarda te'sir görülmez.Şeyh Muhammed Masum (k.s.)da şöyle diyor: “Asıl gaye nisbetin[2]husule gelmesidir. Nisbetin husule gelmesinin ilmi ayrı birşeydir. Eğer bu talibe verilirse ne güzel. Verilmezse de birşey olmaz. Yavaş yavaş husule gelen nisbetin kıymeti ve izzeti yücedir. Kim te'sirin hemen görülmesini isterse o hakiki bir talib olamaz ve sohbete layık değildir. Görmüyor musun, dünyayı isteyenler kazancın neticelerine bakmaksızın onu elde etmek için nasıl çalışıyorlar. Mevla'yı isteyenlerin, riyazetler, mücahedeler ve kendilerine lazım olan diğer şeylerle çalışmaları gereklidir. Şeyhlerden birçoğunun ömürlerini rizayetler, mücahedeler içerisinde geçirdikleri bilinmeyen birşey değildir.Yine Muhammed Masum (k.s.) şöyle dedi: “Şeyhin müridleri arasında mücmel olması, istikamet ve saygınlığıyla saygı görüyor olması gerekir. Müridlerin ta'zim ettiği, saydığı birisi olmasi için onların içerisine fazla karışmaması gerekir. Müridlerin şeyhlerle hulusu (şeyhlere hüsn-i niyet beslemesi), onun edebine sarılmaları terakkilerine sebep olur.FAİDE: Şeyh Muhammed Masum (k.s.) şöyle diyor: Bizim tarikatımızda kemâl derecesine ulaşmak, bağlanılan şeyhe, muhabbet rabıtasına bağlıdır. Gerçek talib, bu muhabbetle şeyhin batınından gelen fuyuzat[3] ve berekatına erişir ve onun boyasıyla boyanır. Büyük şeyhler şöyle diyor: “Fena fi'ş-şeyh Allah'da fani olmanın başlangıcıdır. Fena fi'ş-şeyh ve rabıta olmaksızın sadece zikir maksuda ulaştırıcı değildir. Her ne kadar zikir vuslat sebeblerinden olsa da, vusul; muhabbet rabıtası ve fena fi'ş-şeyhe bağlıdır.Evet, sohbet adabına riayet edip şeyhe teveccühle rabıta maksuda ulaştırır. Çünkü bizim bu yolumuz ashab-ı kiram (radıyallahu anhum)'un yolu gibidir. Çünkü o yolda ifade ve istifade şeyhten akseder. Bundan dolayı âdaba riayet ederek şeyhle sohbet yeterlidir. Diğer vazifeler, zikirler ve riyazetler ile Allah'tan imdad ve yardım hasıl olur. İman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sohbetinin kemâlatın husulü için yeterli olduğu gibi. Tabii iman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber… Bunun için maksuda ulaşmak diğer tarikatlerden daha kısa sürede olur. Bu tarikatte feyiz ve bereket yaşlıya, gence, küçüğe, büyüğe, diriye ve ölüye erişir.Bu tarikatın dışındakilerin işlerinin özü, vazifeleri, virdlere, riyazetlere ve erbainlere bağlıdır. Sadece tarikat şeyhine bağlı değildir.FAİDE: Eğer kâmil-mükemmil bir şeyh tarikatta bir nakıs[4]‘a icazet verirse, bu caizdir. Tarikatımızın imamı Hz. Şeyh Hoca Bahauddin Nakşibend (r.a.)'ın Hz. Mevlana Ya'kub Çerhi'ye kemâl derecesine ulaşmadan önce icazet verdiği gibi. Onun tarikattaki kemâli Hz. Şeyh Alaaddin Attar'ın (k.s.) hizmetinde vefatından sonra gerçekleşti. Nakıs olan kimse her ne kadar icazete müsait olmasa da şeyh onu kendi makamına oturttuğunda noksanlık zarar vermez.FAİDE: Erbainde esma-i ilahiyye ile meşgul olmak, Nakşibendiyye Müceddidiye tarikatında yapılan birşey değildir. Bilakis bu tarikatın şeyhleri isimlerin müsemmasında fenayı ve istihlaki seçtiler. Yani onların asıl maksatları fena fillah ve bu tarikatın şeyhlerine nisbetin hasıl olmasıdır. Bu her ne kadar az olsa da (bu durum nadir olsa da) bu tarikatın dışındaki şeyhlere nisbetle çoktur. Çünkü diğer tarikatların nihayeti bunların bidayetinde mündemiçtir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle dedi: Mürid şeyhinin başkalarından faziletli olduğuna inansa bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü bu inanç muhabbetin kemâlinin meyvesi, ifade ve istifadeye sebep olan manevi münasebetin neticesidir. Fakat müridin, şeyhini faziletleri Şari tarafından belirlenmiş kimselerden üstün görmemesi gerekir. Çünkü bu, Şari'ye muhalefet ve sevgide ifrat demektir. Bu ifrat ise mezmumdur. Şiilerin muhabbetteki ifradlarından dolayı bidatcı oldukları gibi. Yine aynı sebepten Hristiyanlar hüsrana düştüler ve ebedî azabı hakettiler. Evet, müridin şeyhini diğerlerinden üstün görmesi caizdir, hatta tarikatta vaciptir. Bu inanç sadık müridde kasdı ve ihtiyarı olmaksızın meydana gelir ve bu inançla mürid şeyhinin kemâlatını alır. Eğer kendi kasdı ve azmiyle böyle inanırsa bu caiz değildir. Bu bir fayda vermez ve bununla bir netice de elde edemez.[1] Erbain: Çile çekmek, nefsi ezmek, bencilliği kırmak için müritlerin kırk gün halvete çekilmeleri, bu süre içinde zaruret bulunmadıkça bir şey yememeleri, konuşmamaları, uyumamaları, daima zikir ve tefekkürle meşgul olmalarıdır.[2] Nisbet: Salikin bağlı olduğu hal ki, o bu hal ile tanınır. Ayrıca şeyh ile müridi arasındaki manevî bağa da nisbet denir.[3] Fuyuzat-feyz: Salikin çalışması ve çabası sözkonusu olmaksızın Allah tarafından onun kalbine herhangi bir hususun verilmesi.[4] Nakıs: Seyrü sülukunu henüz tamamlamamış olan.ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR
Es Sebul Esrar Fi Medaricil Ehyar | Arapça
MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN “ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” ADLI ESERİ Hazırlayan : MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN“ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” Birinci Sır Müridlere Faydalı olan bazı hususlar hakkındadır İkinci Sır Alem-i Emr ve Alem-i Halk'ın latifeleri hakkındadır Üçüncü Sır ismi zat (lafza-i celal), nefy ve isbat zikrinin beyanı hakkındadır Dördüncü Sır Nakşibendi tarikatına süluk ile husule gelen hususi makamların beyanı Beşinci Sır özellikle müceddidiyye makamlarının açıklanması hakkındadır Altıncı Sır : nakşibendi tarikatında ıstılah olan lafızların açıklaması hakkındadır.Yedinci Sır : müritlerin edeplerinin açıklanması hakkındadır.BİRİNCİ SIR: “MÜRİDLERE LAZIM OLAN BAZI FAYDALI HUSUSLAR” HAKKINDADIR.Talib (matluba ulaşmak isteyen kimse) biat kasdıyla geldiği zaman önce istihare ile emrolunur. Eğer (istihare yapmaksızın) kamil-mükemmil bir şeyh talibin biatını kabul ederse istihare yerine geçer. İkisi birlikte olursa nur üstüne nurdur. Allah (celle celalühü) dilediğini nuruna ulaştırır.Müceddid İmam (İmam-ı Rabbani) kuddise sırruhu şöyle diyor: “Akreb (en yakın), esbak (en önde olan), evfak (en uygun), ahkem (en sağlam), eslem (en salim), esdak (en doğru), en evla, en yüce, en parlak, en yüksek, en mükemmel ve en güzel tarikat, yüce Nakşibendi tarikatıdır. Bu tarikatın şanının yüceliğinin sebebi; tarikat büyüklerinin sünnet-i seniyyeye (sahibine salat u selam olsun) uymaya özen göstermeleri, bid'atlardan kaçınılması, tarikat şeyhlerinin hallerinin sahabe-i kiramın (Allah onlardan razı olsun) halleri gibi olması.İşte böylece diğer tarikatların şeyhlerinin ulaştıkları son nokta, nakşilerin bidayetinde münderictir. Onların huzurları devam mertebesine ulaşmıştır. Kemâl derecesine ulaştıktan sonra huzurları, diğerlerinin huzurundan yücedir.Bu tarikatın dışındaki tarikatların hilafeti Müceddid İmam (k.s.)a babası ve diğer şeyhlerden ulaşmıştır. Bu tarikatın hilafeti ise ona, Şeyh Muhammed Baki Nakşibendi'den vasıl olmuştur. Kutsî nefeslerinin bereketleri Hindistan'da şöhret bulmuştur. Asrının şeyhleri onun kemâlatını ve tasarrufatını ikrar ettiler ve onu tasdik ettiler. Hatta meşihatlarını terk ederek ona biat etmekle iftihar ettiler ve müridleri arasına katıldılar. Muhammed Baki'yi şeyhi hazreti Hacegi Emkineki -kuddise sırruhu- bu tarikatı Müceddid İmam Rabbani (kuddise sırruh)a ulaştırmak için Maveraünnehr'den Hindistan'a gönderdi.O da şeyhinin emrine uyarak Hindistan'a gitti. Müceddid İmam'ı kendisine hilafet-i hassayı (özel hilafeti) vermek suretiyle şereflendirdi. Hilafeti devrettikten sonra irşadını müridlere bıraktı. Daha doğrusu tüm müridlerine ondan istifade etmelerini emretti. Onu arkadaşları arasında metheder ve şöyle derdi: “Gökyüzünün altında Şeyh Ahmed'in benzeri bulunmaz. Eğer bulunursa söylenirse, onlar sayılı kimselerdir. Bana göre onun tüm keşifleri sahih ve peygamberlerin (aleyhimüs-salatu ve'sselam) mütaalasına uygundur. O güneştir, bizim gibiler ise onun ışığında ışığında görülemeyen yıldızlardır. Önceki şeyhler (mütekaddimun) doğumundan yıllar önce onun geleceğini haber verdiler. Haber verenler, gavs-ı azam Şeyh Abdulkadir Geylani, Şeyh Ahmed Cami, Şeyh Halilullah el-Bedahşi, Şeyh Nizam Narnuli ve diğerleri (Allah hepsinden razı olsun.) gibileridir.Şeyh muhaddis Şah Veliyyullah Dehlevi, “Mukaddime-i seniyye” adlı eserinde sünniliği anlatırken Müceddid İmam'ın menkıbelerini yazar ve şöyle der: “Onu ancak müttaki mü'min sever ve ona ancak şaki, münafık olan buğzeder.”Müceddid İmam'ın (k.s.) halifesi Şeyh Muhammed el-Keşmi'de “Berekât-ı Ahmediyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Şeyh Muhammed Baki (k.s.) arkadaşlarına ondan istifadeyi emrettiği zaman onlardan biri bundan hoşlanmadı da rüyasında peygamber efendimiz (s.a.v.)'i Müceddid İmam (k.s.)'u methederken ve şöyle derken gördü: “Şeyh Ahmed kimi kabul ederse o bizim katımızda makbuldür, o kimi reddederse, o bizim katımızda merduttur.”Kadiri tarikatındaki hilafetine gelince, bu ona Şeyh İskender Kitehli'den vasıl olmuştur.Şeyh İskender, Şeyh Abdulkadir Geylani'nin soyundandır. Bu zat şeyhlerin büyüklerindendi. Şeyh Abdulkadir Geylani hırkasını bıraktığında, evlatlarına onu, Müceddid İmam'a ulaştırmalarını vasiyyet etti. Yani kim onun zamanına yetişirse hırkayı ona giydirmesini vasiyyet etti. İşte Şeyh İskender onun zamanında yaşıyordu. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani rüyasında defalarca hırkayı ona ulaştırmasını emretti. Şeyh İskender Müceddid İmam'ın yanına geldi hırkayı eliyle giydirdi ve ona tarikatındaki hilafet-i hassayı (özel halifeliğ)'i verdi.Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatlarının hilafeti, babası Şeyh Abdulahad (k.s.) dan kendisine intikal etti. Kubreviyye tarikatının hilafeti ise Keşmir bölgesinde, kemâlat sahibi, şeyhlerin büyüklerinden Şeyh Yakub Asrî hazretlerinden intikal etmiştir.İlahi mevhibeler, sayısız ihsanlar ve lütuflarla Müceddid İmam (k.s)'ın dengi yoktur.Onun menkıbelerine, faziletlerine, keşif ve kerametlerine muttali olmak isteyen; halifesi Şeyh Haşim Keşmi'nin “Berekat-ı Ahmediyye”sine ve yine halifesi Şeyh Bedreddin es-Sehrendi'nin “Hazeratu'l-kuds'üne ve Şeyh Muhammed İhsan el-Müceddidi'nin “er-Ravzatu'l-Kayyumiyye” adlı eserine müracaat etsin.Müceddid İmam (k.s.) hicri 971'de doğdu. 28 Safer 1034 h.de vefat etti. Her ne kadar tüm tarikatların halifeliği kendisine verilse de; şeriata uygunluğu, nebevi sünnete ittibası ve bidatlardan kaçınması sebebiyle Müceddid İmam (k.s.) Nakşibendiye tarikatını seçti. Müridler başka bir tarikatda ona biat etmiş olsalar da bu tarikatın eşgalini biliyorlardı.Bu şerefli tarikatın faziletleri ve metni kitaplarda mevcuttur. Ben bu kadarla iktifa ediyorum.FAİDE: Şeyhin, müride evvela mücmel olarak tevbe yolunu öğretmesi gerekir. Çünkü şeyhler, zamanımızda taliblerin himmetlerinin azlığı sebebiyle, tevbenin tafsilatıyla öğretilmesini bıraktılar.Zira tevbenin tafsilatıyla öğretilmesi için uzun müddet gerekir. Bu müddette tarikata girme isteği konusunda bir gevşeme olabilir. Tevbenin tafsilatından kasıt; zor riyazetlerin olması, erbain[1] ve benzerlerinde nefse çok ağır gelen mücahedelerin var olmasıdır. Şeyhler riyazetlerin yerine, amel ve ibadetlerde orta yolu seçtiler. Hatta, talibleri, âli himmetlerini ve güçlü teveccühlerini sarfederek maksuda ulaştırdılar. Erbainden çok daha faydalı olan teveccühlerle müridlerini yönlendirdiler.Şeyhler sünnet-i seniyyeye ittibayı ve bidatlardan kaçınmayı emrediyorlardı. Taliblerin ruhsatla amel etmesini caiz görmüyor, azimetle amel etmelerini emrediyorlar. Şöyle diyorlardı: “Sünnete ittiba etmeksizin maksuda ulaşmak muhaldir.” Talibin şeriata muhalif olan keşfinin onların katında değeri yoktur. Talibe önce, sıfatlara teveccüh etmeksizin ism-i zat'ın zikrini öğretiyorlardı. Diğer tarikatların şeyhleri ise sıfatları düşünerek zikretmeyi öğretiyorlardı.FAİDE: Bazı arkadaşları Müceddid İmam (k.s.)'a, bir kısım erkek ve kadın taliblerin biat etmek istediklerini, fakat bunların haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmadıklarını, böyle kimselerin tarikata girmesinin caiz olup, olmadığını sordular. İmam şöyle cevap verdi. “Tarikata girmeleri caizdir. Sonra şeyh onlara haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmalarını emreder. Umulur ki Allahu Teala onların durumlarını düzeltmelerini nasib eder.”FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: Kadınlara tarikat vermek caizdir. Eğer mahrem iseler hicabsız vermek caizdir. Mahrem değilseler mutlaka hicabı (örtülü oldukları halde) vermek gerekir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: “Tesirin olmaması veya az olması, tamamen talibin istidadının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bazı talibler tam istidatlı olurlar fakat onlarda te'sir görülmez.Şeyh Muhammed Masum (k.s.)da şöyle diyor: “Asıl gaye nisbetin[2]husule gelmesidir. Nisbetin husule gelmesinin ilmi ayrı birşeydir. Eğer bu talibe verilirse ne güzel. Verilmezse de birşey olmaz. Yavaş yavaş husule gelen nisbetin kıymeti ve izzeti yücedir. Kim te'sirin hemen görülmesini isterse o hakiki bir talib olamaz ve sohbete layık değildir. Görmüyor musun, dünyayı isteyenler kazancın neticelerine bakmaksızın onu elde etmek için nasıl çalışıyorlar. Mevla'yı isteyenlerin, riyazetler, mücahedeler ve kendilerine lazım olan diğer şeylerle çalışmaları gereklidir. Şeyhlerden birçoğunun ömürlerini rizayetler, mücahedeler içerisinde geçirdikleri bilinmeyen birşey değildir.Yine Muhammed Masum (k.s.) şöyle dedi: “Şeyhin müridleri arasında mücmel olması, istikamet ve saygınlığıyla saygı görüyor olması gerekir. Müridlerin ta'zim ettiği, saydığı birisi olmasi için onların içerisine fazla karışmaması gerekir. Müridlerin şeyhlerle hulusu (şeyhlere hüsn-i niyet beslemesi), onun edebine sarılmaları terakkilerine sebep olur.FAİDE: Şeyh Muhammed Masum (k.s.) şöyle diyor: Bizim tarikatımızda kemâl derecesine ulaşmak, bağlanılan şeyhe, muhabbet rabıtasına bağlıdır. Gerçek talib, bu muhabbetle şeyhin batınından gelen fuyuzat[3] ve berekatına erişir ve onun boyasıyla boyanır. Büyük şeyhler şöyle diyor: “Fena fi'ş-şeyh Allah'da fani olmanın başlangıcıdır. Fena fi'ş-şeyh ve rabıta olmaksızın sadece zikir maksuda ulaştırıcı değildir. Her ne kadar zikir vuslat sebeblerinden olsa da, vusul; muhabbet rabıtası ve fena fi'ş-şeyhe bağlıdır.Evet, sohbet adabına riayet edip şeyhe teveccühle rabıta maksuda ulaştırır. Çünkü bizim bu yolumuz ashab-ı kiram (radıyallahu anhum)'un yolu gibidir. Çünkü o yolda ifade ve istifade şeyhten akseder. Bundan dolayı âdaba riayet ederek şeyhle sohbet yeterlidir. Diğer vazifeler, zikirler ve riyazetler ile Allah'tan imdad ve yardım hasıl olur. İman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sohbetinin kemâlatın husulü için yeterli olduğu gibi. Tabii iman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber… Bunun için maksuda ulaşmak diğer tarikatlerden daha kısa sürede olur. Bu tarikatte feyiz ve bereket yaşlıya, gence, küçüğe, büyüğe, diriye ve ölüye erişir.Bu tarikatın dışındakilerin işlerinin özü, vazifeleri, virdlere, riyazetlere ve erbainlere bağlıdır. Sadece tarikat şeyhine bağlı değildir.FAİDE: Eğer kâmil-mükemmil bir şeyh tarikatta bir nakıs[4]‘a icazet verirse, bu caizdir. Tarikatımızın imamı Hz. Şeyh Hoca Bahauddin Nakşibend (r.a.)'ın Hz. Mevlana Ya'kub Çerhi'ye kemâl derecesine ulaşmadan önce icazet verdiği gibi. Onun tarikattaki kemâli Hz. Şeyh Alaaddin Attar'ın (k.s.) hizmetinde vefatından sonra gerçekleşti. Nakıs olan kimse her ne kadar icazete müsait olmasa da şeyh onu kendi makamına oturttuğunda noksanlık zarar vermez.FAİDE: Erbainde esma-i ilahiyye ile meşgul olmak, Nakşibendiyye Müceddidiye tarikatında yapılan birşey değildir. Bilakis bu tarikatın şeyhleri isimlerin müsemmasında fenayı ve istihlaki seçtiler. Yani onların asıl maksatları fena fillah ve bu tarikatın şeyhlerine nisbetin hasıl olmasıdır. Bu her ne kadar az olsa da (bu durum nadir olsa da) bu tarikatın dışındaki şeyhlere nisbetle çoktur. Çünkü diğer tarikatların nihayeti bunların bidayetinde mündemiçtir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle dedi: Mürid şeyhinin başkalarından faziletli olduğuna inansa bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü bu inanç muhabbetin kemâlinin meyvesi, ifade ve istifadeye sebep olan manevi münasebetin neticesidir. Fakat müridin, şeyhini faziletleri Şari tarafından belirlenmiş kimselerden üstün görmemesi gerekir. Çünkü bu, Şari'ye muhalefet ve sevgide ifrat demektir. Bu ifrat ise mezmumdur. Şiilerin muhabbetteki ifradlarından dolayı bidatcı oldukları gibi. Yine aynı sebepten Hristiyanlar hüsrana düştüler ve ebedî azabı hakettiler. Evet, müridin şeyhini diğerlerinden üstün görmesi caizdir, hatta tarikatta vaciptir. Bu inanç sadık müridde kasdı ve ihtiyarı olmaksızın meydana gelir ve bu inançla mürid şeyhinin kemâlatını alır. Eğer kendi kasdı ve azmiyle böyle inanırsa bu caiz değildir. Bu bir fayda vermez ve bununla bir netice de elde edemez.[1] Erbain: Çile çekmek, nefsi ezmek, bencilliği kırmak için müritlerin kırk gün halvete çekilmeleri, bu süre içinde zaruret bulunmadıkça bir şey yememeleri, konuşmamaları, uyumamaları, daima zikir ve tefekkürle meşgul olmalarıdır.[2] Nisbet: Salikin bağlı olduğu hal ki, o bu hal ile tanınır. Ayrıca şeyh ile müridi arasındaki manevî bağa da nisbet denir.[3] Fuyuzat-feyz: Salikin çalışması ve çabası sözkonusu olmaksızın Allah tarafından onun kalbine herhangi bir hususun verilmesi.[4] Nakıs: Seyrü sülukunu henüz tamamlamamış olan.ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR
MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN “ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” ADLI ESERİ Hazırlayan : MUHAMMED MASUM ÖMERİ'NİN“ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR” Birinci Sır Müridlere Faydalı olan bazı hususlar hakkındadır İkinci Sır Alem-i Emr ve Alem-i Halk'ın latifeleri hakkındadır Üçüncü Sır ismi zat (lafza-i celal), nefy ve isbat zikrinin beyanı hakkındadır Dördüncü Sır Nakşibendi tarikatına süluk ile husule gelen hususi makamların beyanı Beşinci Sır özellikle müceddidiyye makamlarının açıklanması hakkındadır Altıncı Sır : nakşibendi tarikatında ıstılah olan lafızların açıklaması hakkındadır.Yedinci Sır : müritlerin edeplerinin açıklanması hakkındadır.BİRİNCİ SIR: “MÜRİDLERE LAZIM OLAN BAZI FAYDALI HUSUSLAR” HAKKINDADIR.Talib (matluba ulaşmak isteyen kimse) biat kasdıyla geldiği zaman önce istihare ile emrolunur. Eğer (istihare yapmaksızın) kamil-mükemmil bir şeyh talibin biatını kabul ederse istihare yerine geçer. İkisi birlikte olursa nur üstüne nurdur. Allah (celle celalühü) dilediğini nuruna ulaştırır.Müceddid İmam (İmam-ı Rabbani) kuddise sırruhu şöyle diyor: “Akreb (en yakın), esbak (en önde olan), evfak (en uygun), ahkem (en sağlam), eslem (en salim), esdak (en doğru), en evla, en yüce, en parlak, en yüksek, en mükemmel ve en güzel tarikat, yüce Nakşibendi tarikatıdır. Bu tarikatın şanının yüceliğinin sebebi; tarikat büyüklerinin sünnet-i seniyyeye (sahibine salat u selam olsun) uymaya özen göstermeleri, bid'atlardan kaçınılması, tarikat şeyhlerinin hallerinin sahabe-i kiramın (Allah onlardan razı olsun) halleri gibi olması.İşte böylece diğer tarikatların şeyhlerinin ulaştıkları son nokta, nakşilerin bidayetinde münderictir. Onların huzurları devam mertebesine ulaşmıştır. Kemâl derecesine ulaştıktan sonra huzurları, diğerlerinin huzurundan yücedir.Bu tarikatın dışındaki tarikatların hilafeti Müceddid İmam (k.s.)a babası ve diğer şeyhlerden ulaşmıştır. Bu tarikatın hilafeti ise ona, Şeyh Muhammed Baki Nakşibendi'den vasıl olmuştur. Kutsî nefeslerinin bereketleri Hindistan'da şöhret bulmuştur. Asrının şeyhleri onun kemâlatını ve tasarrufatını ikrar ettiler ve onu tasdik ettiler. Hatta meşihatlarını terk ederek ona biat etmekle iftihar ettiler ve müridleri arasına katıldılar. Muhammed Baki'yi şeyhi hazreti Hacegi Emkineki -kuddise sırruhu- bu tarikatı Müceddid İmam Rabbani (kuddise sırruh)a ulaştırmak için Maveraünnehr'den Hindistan'a gönderdi.O da şeyhinin emrine uyarak Hindistan'a gitti. Müceddid İmam'ı kendisine hilafet-i hassayı (özel hilafeti) vermek suretiyle şereflendirdi. Hilafeti devrettikten sonra irşadını müridlere bıraktı. Daha doğrusu tüm müridlerine ondan istifade etmelerini emretti. Onu arkadaşları arasında metheder ve şöyle derdi: “Gökyüzünün altında Şeyh Ahmed'in benzeri bulunmaz. Eğer bulunursa söylenirse, onlar sayılı kimselerdir. Bana göre onun tüm keşifleri sahih ve peygamberlerin (aleyhimüs-salatu ve'sselam) mütaalasına uygundur. O güneştir, bizim gibiler ise onun ışığında ışığında görülemeyen yıldızlardır. Önceki şeyhler (mütekaddimun) doğumundan yıllar önce onun geleceğini haber verdiler. Haber verenler, gavs-ı azam Şeyh Abdulkadir Geylani, Şeyh Ahmed Cami, Şeyh Halilullah el-Bedahşi, Şeyh Nizam Narnuli ve diğerleri (Allah hepsinden razı olsun.) gibileridir.Şeyh muhaddis Şah Veliyyullah Dehlevi, “Mukaddime-i seniyye” adlı eserinde sünniliği anlatırken Müceddid İmam'ın menkıbelerini yazar ve şöyle der: “Onu ancak müttaki mü'min sever ve ona ancak şaki, münafık olan buğzeder.”Müceddid İmam'ın (k.s.) halifesi Şeyh Muhammed el-Keşmi'de “Berekât-ı Ahmediyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Şeyh Muhammed Baki (k.s.) arkadaşlarına ondan istifadeyi emrettiği zaman onlardan biri bundan hoşlanmadı da rüyasında peygamber efendimiz (s.a.v.)'i Müceddid İmam (k.s.)'u methederken ve şöyle derken gördü: “Şeyh Ahmed kimi kabul ederse o bizim katımızda makbuldür, o kimi reddederse, o bizim katımızda merduttur.”Kadiri tarikatındaki hilafetine gelince, bu ona Şeyh İskender Kitehli'den vasıl olmuştur.Şeyh İskender, Şeyh Abdulkadir Geylani'nin soyundandır. Bu zat şeyhlerin büyüklerindendi. Şeyh Abdulkadir Geylani hırkasını bıraktığında, evlatlarına onu, Müceddid İmam'a ulaştırmalarını vasiyyet etti. Yani kim onun zamanına yetişirse hırkayı ona giydirmesini vasiyyet etti. İşte Şeyh İskender onun zamanında yaşıyordu. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani rüyasında defalarca hırkayı ona ulaştırmasını emretti. Şeyh İskender Müceddid İmam'ın yanına geldi hırkayı eliyle giydirdi ve ona tarikatındaki hilafet-i hassayı (özel halifeliğ)'i verdi.Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarikatlarının hilafeti, babası Şeyh Abdulahad (k.s.) dan kendisine intikal etti. Kubreviyye tarikatının hilafeti ise Keşmir bölgesinde, kemâlat sahibi, şeyhlerin büyüklerinden Şeyh Yakub Asrî hazretlerinden intikal etmiştir.İlahi mevhibeler, sayısız ihsanlar ve lütuflarla Müceddid İmam (k.s)'ın dengi yoktur.Onun menkıbelerine, faziletlerine, keşif ve kerametlerine muttali olmak isteyen; halifesi Şeyh Haşim Keşmi'nin “Berekat-ı Ahmediyye”sine ve yine halifesi Şeyh Bedreddin es-Sehrendi'nin “Hazeratu'l-kuds'üne ve Şeyh Muhammed İhsan el-Müceddidi'nin “er-Ravzatu'l-Kayyumiyye” adlı eserine müracaat etsin.Müceddid İmam (k.s.) hicri 971'de doğdu. 28 Safer 1034 h.de vefat etti. Her ne kadar tüm tarikatların halifeliği kendisine verilse de; şeriata uygunluğu, nebevi sünnete ittibası ve bidatlardan kaçınması sebebiyle Müceddid İmam (k.s.) Nakşibendiye tarikatını seçti. Müridler başka bir tarikatda ona biat etmiş olsalar da bu tarikatın eşgalini biliyorlardı.Bu şerefli tarikatın faziletleri ve metni kitaplarda mevcuttur. Ben bu kadarla iktifa ediyorum.FAİDE: Şeyhin, müride evvela mücmel olarak tevbe yolunu öğretmesi gerekir. Çünkü şeyhler, zamanımızda taliblerin himmetlerinin azlığı sebebiyle, tevbenin tafsilatıyla öğretilmesini bıraktılar.Zira tevbenin tafsilatıyla öğretilmesi için uzun müddet gerekir. Bu müddette tarikata girme isteği konusunda bir gevşeme olabilir. Tevbenin tafsilatından kasıt; zor riyazetlerin olması, erbain[1] ve benzerlerinde nefse çok ağır gelen mücahedelerin var olmasıdır. Şeyhler riyazetlerin yerine, amel ve ibadetlerde orta yolu seçtiler. Hatta, talibleri, âli himmetlerini ve güçlü teveccühlerini sarfederek maksuda ulaştırdılar. Erbainden çok daha faydalı olan teveccühlerle müridlerini yönlendirdiler.Şeyhler sünnet-i seniyyeye ittibayı ve bidatlardan kaçınmayı emrediyorlardı. Taliblerin ruhsatla amel etmesini caiz görmüyor, azimetle amel etmelerini emrediyorlar. Şöyle diyorlardı: “Sünnete ittiba etmeksizin maksuda ulaşmak muhaldir.” Talibin şeriata muhalif olan keşfinin onların katında değeri yoktur. Talibe önce, sıfatlara teveccüh etmeksizin ism-i zat'ın zikrini öğretiyorlardı. Diğer tarikatların şeyhleri ise sıfatları düşünerek zikretmeyi öğretiyorlardı.FAİDE: Bazı arkadaşları Müceddid İmam (k.s.)'a, bir kısım erkek ve kadın taliblerin biat etmek istediklerini, fakat bunların haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmadıklarını, böyle kimselerin tarikata girmesinin caiz olup, olmadığını sordular. İmam şöyle cevap verdi. “Tarikata girmeleri caizdir. Sonra şeyh onlara haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmalarını emreder. Umulur ki Allahu Teala onların durumlarını düzeltmelerini nasib eder.”FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: Kadınlara tarikat vermek caizdir. Eğer mahrem iseler hicabsız vermek caizdir. Mahrem değilseler mutlaka hicabı (örtülü oldukları halde) vermek gerekir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle diyor: “Tesirin olmaması veya az olması, tamamen talibin istidadının olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bazı talibler tam istidatlı olurlar fakat onlarda te'sir görülmez.Şeyh Muhammed Masum (k.s.)da şöyle diyor: “Asıl gaye nisbetin[2]husule gelmesidir. Nisbetin husule gelmesinin ilmi ayrı birşeydir. Eğer bu talibe verilirse ne güzel. Verilmezse de birşey olmaz. Yavaş yavaş husule gelen nisbetin kıymeti ve izzeti yücedir. Kim te'sirin hemen görülmesini isterse o hakiki bir talib olamaz ve sohbete layık değildir. Görmüyor musun, dünyayı isteyenler kazancın neticelerine bakmaksızın onu elde etmek için nasıl çalışıyorlar. Mevla'yı isteyenlerin, riyazetler, mücahedeler ve kendilerine lazım olan diğer şeylerle çalışmaları gereklidir. Şeyhlerden birçoğunun ömürlerini rizayetler, mücahedeler içerisinde geçirdikleri bilinmeyen birşey değildir.Yine Muhammed Masum (k.s.) şöyle dedi: “Şeyhin müridleri arasında mücmel olması, istikamet ve saygınlığıyla saygı görüyor olması gerekir. Müridlerin ta'zim ettiği, saydığı birisi olmasi için onların içerisine fazla karışmaması gerekir. Müridlerin şeyhlerle hulusu (şeyhlere hüsn-i niyet beslemesi), onun edebine sarılmaları terakkilerine sebep olur.FAİDE: Şeyh Muhammed Masum (k.s.) şöyle diyor: Bizim tarikatımızda kemâl derecesine ulaşmak, bağlanılan şeyhe, muhabbet rabıtasına bağlıdır. Gerçek talib, bu muhabbetle şeyhin batınından gelen fuyuzat[3] ve berekatına erişir ve onun boyasıyla boyanır. Büyük şeyhler şöyle diyor: “Fena fi'ş-şeyh Allah'da fani olmanın başlangıcıdır. Fena fi'ş-şeyh ve rabıta olmaksızın sadece zikir maksuda ulaştırıcı değildir. Her ne kadar zikir vuslat sebeblerinden olsa da, vusul; muhabbet rabıtası ve fena fi'ş-şeyhe bağlıdır.Evet, sohbet adabına riayet edip şeyhe teveccühle rabıta maksuda ulaştırır. Çünkü bizim bu yolumuz ashab-ı kiram (radıyallahu anhum)'un yolu gibidir. Çünkü o yolda ifade ve istifade şeyhten akseder. Bundan dolayı âdaba riayet ederek şeyhle sohbet yeterlidir. Diğer vazifeler, zikirler ve riyazetler ile Allah'tan imdad ve yardım hasıl olur. İman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sohbetinin kemâlatın husulü için yeterli olduğu gibi. Tabii iman, teslimiyet ve inkiyad ile beraber… Bunun için maksuda ulaşmak diğer tarikatlerden daha kısa sürede olur. Bu tarikatte feyiz ve bereket yaşlıya, gence, küçüğe, büyüğe, diriye ve ölüye erişir.Bu tarikatın dışındakilerin işlerinin özü, vazifeleri, virdlere, riyazetlere ve erbainlere bağlıdır. Sadece tarikat şeyhine bağlı değildir.FAİDE: Eğer kâmil-mükemmil bir şeyh tarikatta bir nakıs[4]‘a icazet verirse, bu caizdir. Tarikatımızın imamı Hz. Şeyh Hoca Bahauddin Nakşibend (r.a.)'ın Hz. Mevlana Ya'kub Çerhi'ye kemâl derecesine ulaşmadan önce icazet verdiği gibi. Onun tarikattaki kemâli Hz. Şeyh Alaaddin Attar'ın (k.s.) hizmetinde vefatından sonra gerçekleşti. Nakıs olan kimse her ne kadar icazete müsait olmasa da şeyh onu kendi makamına oturttuğunda noksanlık zarar vermez.FAİDE: Erbainde esma-i ilahiyye ile meşgul olmak, Nakşibendiyye Müceddidiye tarikatında yapılan birşey değildir. Bilakis bu tarikatın şeyhleri isimlerin müsemmasında fenayı ve istihlaki seçtiler. Yani onların asıl maksatları fena fillah ve bu tarikatın şeyhlerine nisbetin hasıl olmasıdır. Bu her ne kadar az olsa da (bu durum nadir olsa da) bu tarikatın dışındaki şeyhlere nisbetle çoktur. Çünkü diğer tarikatların nihayeti bunların bidayetinde mündemiçtir.FAİDE: Müceddid İmam (k.s.) şöyle dedi: Mürid şeyhinin başkalarından faziletli olduğuna inansa bunun bir sakıncası yoktur. Çünkü bu inanç muhabbetin kemâlinin meyvesi, ifade ve istifadeye sebep olan manevi münasebetin neticesidir. Fakat müridin, şeyhini faziletleri Şari tarafından belirlenmiş kimselerden üstün görmemesi gerekir. Çünkü bu, Şari'ye muhalefet ve sevgide ifrat demektir. Bu ifrat ise mezmumdur. Şiilerin muhabbetteki ifradlarından dolayı bidatcı oldukları gibi. Yine aynı sebepten Hristiyanlar hüsrana düştüler ve ebedî azabı hakettiler. Evet, müridin şeyhini diğerlerinden üstün görmesi caizdir, hatta tarikatta vaciptir. Bu inanç sadık müridde kasdı ve ihtiyarı olmaksızın meydana gelir ve bu inançla mürid şeyhinin kemâlatını alır. Eğer kendi kasdı ve azmiyle böyle inanırsa bu caiz değildir. Bu bir fayda vermez ve bununla bir netice de elde edemez.[1] Erbain: Çile çekmek, nefsi ezmek, bencilliği kırmak için müritlerin kırk gün halvete çekilmeleri, bu süre içinde zaruret bulunmadıkça bir şey yememeleri, konuşmamaları, uyumamaları, daima zikir ve tefekkürle meşgul olmalarıdır.[2] Nisbet: Salikin bağlı olduğu hal ki, o bu hal ile tanınır. Ayrıca şeyh ile müridi arasındaki manevî bağa da nisbet denir.[3] Fuyuzat-feyz: Salikin çalışması ve çabası sözkonusu olmaksızın Allah tarafından onun kalbine herhangi bir hususun verilmesi.[4] Nakıs: Seyrü sülukunu henüz tamamlamamış olan.ES-SEB'U'L-ESRAR FÎ-MEDARİCİ'L-AHYAR
Kuveyt Türk Kartları
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 0,00 | 0,00 |
2 | 0,00 | 0,00 |
3 | 0,00 | 0,00 |
4 | 0,00 | 0,00 |
5 | 0,00 | 0,00 |
6 | 0,00 | 0,00 |
7 | 0,00 | 0,00 |
8 | 0,00 | 0,00 |
9 | 0,00 | 0,00 |
Diğer Kartlar
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 0,00 | 0,00 |
2 | 0,00 | 0,00 |
3 | 0,00 | 0,00 |
4 | 0,00 | 0,00 |
5 | 0,00 | 0,00 |
6 | 0,00 | 0,00 |
7 | 0,00 | 0,00 |
8 | 0,00 | 0,00 |
9 | 0,00 | 0,00 |
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.